İklim Değişikliği ve Avrupa Birliği - SG Sera Gazı ve İklim Yönetim Danışmanlığı

İklim Değişikliği ve Avrupa Birliği

Küresel iklim değişikliği ile mücadelede en önemli ve ilk küresel yanıt, Rio de Janerio’da 1992’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi/BMİDÇS (United Nations Convention on Climate Change/UNFCCC) ile olmuştur.

İklim Değişikliği ve Avrupa Birliği’ nin Nihai amacı, “atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkileri önleyecek bir düzeyde durdurmak” şeklinde tanımlanan BMİDÇS, ülkelerin ortak fakat farklı sorumlulukları, ulusal ve bölgesel kalkınma öncelikleri, amaçları ve özel koşulları göz önünde bulundurularak, tüm Taraflara (Taraf=Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf ülke hükümeti ya da Avrupa Birliği gibi bir bölgesel ekonomik entegrasyon kuruluşu) sera gazı emisyonlarının azaltılarak iklim değişikliğinin durdurulması ve etkilerinin azaltılması gibi konularda ortak sorumluluklar yüklemiştir.

Avrupa Birliği 1992’den önce henüz BMİDÇS’nin hazırlık sürecinde iken, Lüksemburg Çevre ve Enerji Konseyi’nde 1990 yılında belirlediği kendi içinde CO2 emisyon azaltım hedefi ile küresel iklim politikalarının geliştirilmesinde o tarihlerden bu yana erken ve güçlü bir konumda olmuştur.

Topluluk BMİDÇS’ye 21 Mart 1993 tarihinde Taraf olmuştur. BMİDÇS’ye taraf olan EK1 listesindeki ülkelerin sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmelerini güçlendirmek üzere Sözleşmenin uygulama aracı olarak 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokolü; EK1 Taraflarının (Kyoto Protokolü’nde bu liste Ek B Tarafları olarak listelenmiştir) insan kaynaklı karbondioksit (CO2) eşdeğeri sera gazı emisyonlarını, tek başlarına ya da ortaklaşa, her ülke için farklı değerlere sahip emisyon sınırlandırma ve azaltma yükümlülüklerine uygun olarak 2008-2012 yükümlülük döneminde 1990 düzeylerine göre toplam %5 azaltılmasını düzenlemektedir.

Avrupa Birliği’nin Kyoto Protokolü’ndeki yükümlülüğü, toplam altı sera gazını; (CO2, diazotmonoksit (N2O), metan (CH4), hidrofluorokarbonlar (HFC’ler), perfluorokarbonlar (PFC’ler) ve sülfür heksafluorid (SF6) kapsayan emisyonların 2008-2012 birinci döneminde 1990 düzeylerinin %8 altına indirmek olarak belirlenmiştir.

Kyoto Protokolünün birinci taahhüt dönemi hedefine (%5) karşın AB’nin hedefi %8 emisyon azaltılması olup AB, üyesi bulunan 15 ülke (o dönemki AB ülke sayısı) ile birlikte müştereken hareket etmek ve ortak hedefe ulaşmak koşuluyla ülkelerin yükümlülüklerini aralarında yeniden dağıtabilmektedir.

Kyoto Protokolü’nün, Tarafların herhangi bir bölgesel ekonomik entegrasyon kuruluşu çerçevesinde ve bu kuruluşla birlikte hareket etmeleri durumunu düzenleyen hükmü (Kyoto Protokolü, Madde 4’e zikredilmiştir) bu duruma cevap vermektedir.

Avrupa Birliği bu doğrultuda ortak hedefi olan %8 oranındaki emisyon indirimini korumak üzere, yükümlülükleri Haziran 1998’de Konsey’de karar verilen AB Yük Paylaşım Anlaşması’na (Legally Binding Burden-Sharing Agreement) göre Üye Devletler (Member States) arasında bölüştürmüştür.

Ekonomik büyüklük, emisyon indirimleri için diğer fırsatlar ve kişi başına emisyon gibi çeşitli kriterlerle Üye Devletlerin koşulları dikkate alınarak, her üye devlet için farklı bir emisyon azaltım hedefi belirlenmiş olup, bu hedefler doğal olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir.

İklim değişikliği konusunda üye devletlerin farklı tutumda olmalarının arkasında yatan gerekçe, üye devletlerin farklı kalkınmışlık düzeyine sahip olmaları ya da ulusal karakterde sorunlar nedeniyle aynı hedefleri karşılama kapasitesinden yoksun olmalarıdır. Bu nedenler üye ülkelerin iklim değişikliği ile mücadeleyi daha çok ulusal çıkarlarını öncelikli gören bir yaklaşımla ele aldığını çağrıştırmaktadır.

Güncel olarak ayrıca, İngiltere’nin AB’den ayrılması ile birlikte AB’nin iklim değişikliği konusunun en güçlü savunucularından biri olan önemli bir Üye Devletini kaybedecek olmasına dikkat çekmek lazımdır.

AB’ye üye olan devletlerin Kyoto Protokolü’ne onay işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte, AB 31 Mayıs 2002 tarihinde Protokolü onayladığını dünya kamuoyuna açıklamıştır. Aynı yıl Avrupa Çevre Ajansı tarafından yayımlanan “Avrupa Topluluğu 1990-2000 Yıllık Sera Gazları Envanteri ve 2002 Envanter Raporu”nda AB’nin BMİDÇS’nin yükümlülüğü olan 2000 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 1990 yılı düzeylerinde %8 oranında azaltma hedefini o dönemki üye ülkelerle (15 üye devlet) birlikte ortak bir şekilde yerine getirildiği beyan edilmiştir.

2008 sonrasında AB gündeminin temel konusu haline gelen ekonomik kriz bile AB’yi iklim değişikliği ile mücadeleden alıkoyamamıştır. Krizin etkilerinin en yıkıcı olduğu yıllardan biri olan 2010’da benimsenen AB2020 Stratejisinde iklim değişikliğiyle mücadeleye katkıda bulunan ve 20-20-20 olarak da adlandırılan hedeflere yer verilmiş olup (Avrupa Birliği 20-20-20 Hedefleri, sera gazı emisyonlarının en az yüzde 20 azaltılmasını, yenilenebilir enerjinin, enerji tüketimi içindeki payının en az yüzde 20’ye yükseltilmesi ve enerji verimliliğinin yüzde 20 oranında arttırılmasını içermekteydi) daha sonra bu hedefler değiştirilmiştir.

AB2020, üye ülke ekonomilerinin akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi başarmasını hedeflemiştir. Stratejide sera gazı emisyonlarının azaltılmasının yanı sıra çevre dostu yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygın hale getirilmesine ve geliştirilen yeni teknolojiler yoluyla enerji kaynaklarının daha etkin kullanılmasının başarılmasına vurguda bulunulmuştur.

2012 yılında Taraflar Konferansının 18’inci oturumunda (COP 18, Doha/Katar) kabul edilen “Kyoto Protokolü Doha Değişikliği(Doha Amendment to the Kyoto Protocol) ile Kyoto Protokolü’nün ikinci taahhüt süresi olarak 2013-2020 yılları aralığı belirlenmiştir. Doha Değişikliği, BMİDÇS’nin EK1 tarafları için yeni “Sayısallaştırılmış Emisyon Sınırlaması veya Azaltma Taahhütleri (Quantified Emission Limitation or Reduction Commitment/QELRC) içermektedir. Değişiklikle, ikinci taahhüt döneminde Kyoto Protokolünün tüm tarafları için 1990 düzeylerine göre %18’lik bir emisyon azaltım hedefi konulmuştur.

Genel olarak, ikinci taahhüt dönemi için hedeflere sahip ülkeler tarafından yapılan emisyonlar, küresel emisyonların sadece %14-15’ini teşkil etmekte olup, AB ve 28 üye devleti ile AÇA üyesi olan İzlanda, Liechtenstein, Norveç ve İsviçre, Kyoto Protokolünün ikinci taahhüt dönemi için QELRC’lerini tespit ederek Sözleşme Sekretaryasına bildirmişlerdir.

Kyoto Protokolünden sonra, BMİDÇS’nin uygulama mekanizmalarından biri olarak kabul gören, daha da önemlisi 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Avrupa Birliği, Paris İklim Anlaşmasını 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamış ve 5 Ekim 2016’da onaylamıştır.

Paris İklim Antlaşması ile Taraflar, küresel ortalama sıcaklıktaki artışın, Sanayi Devrimi öncesi düzeylere göre 20 C’yi aşmamasını sağlama (1.50 C’den daha fazla olmayacak şekilde sınırlandırma) konusunda uzun vadeli bir hedef üzerinde mutabık kalmıştır.

Anlaşmanın hazırlık sürecinde AB, “Avrupa Konseyi, 2030 İklim ve Enerji Politikaları Çerçevesi ile Avrupa Komisyonu, “2020 Sonrası Küresel İklim Değişikliği ile Mücadele Planı”nı esas alarak, Mart 2015’de BMİDÇS Sekretaryasına sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanına (Intended Nationally Determined Contributions/INDCs) göre 2030 yılına kadar emisyonları en az %40 azaltma yönünde hedef belirlemiş ve bu hedefe ulaşmak için uygulamalarını hızlandırmıştır. Küresel tahminlere dayanarak belirlenen AB’nin söz konusu %40 hedefi, Paris Anlaşması’nın orta vadeli hedefi ile de uyumludur.

AB çevre politikasının temel uygulama alanlarına bakıldığında; atık yönetimi, hava kalitesinin korunması, su kalitesinin korunması, kimyasallar, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar), nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma, endüstriyel kirlilik kontrolü ve risk yönetimi, gürültü kirliliğinin yönetimi, doğal yaşamın korunması ve iklim değişikliği konularının yer aldığı görülmekte olup, tüm bu konularda öteden beri çok sayıda mevzuatın yürürlükte oluğu bilinmektedir.

Bugün AB’de çevre ve iklim değişikliği konuları ilgili tüm sektör politikaları ile bütünleştirilmektedir. İklim değişikliği kapsamında, enerji, konut ve hizmet, ulaştırma, sanayi, tarım, ormancılık ve atık yönetimi sektörleri için kabul edilen ve yürütülen çok sayıda ve ayrıntılı politika bulunmakta, uygulamalar yapılmaktadır.

Örneğin, enerji sektöründeki temel politika eylemleri, daha çok enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kaynakları, enerji-verimli üretim kuralları, enerji hizmetlerinin iyileştirilmesi, bileşik ısı ve güç sistemleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. 

AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi

AB’nin sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı çevrenin korunmasını, ekonomiye dair tüm politikalarda ve kararlarda sektörel (tarım, sanayi, ulaştırma, enerji, turizm vb.) açıdan dikkate alınması gereken temel bir unsur olarak belirlemiştir. Burada çevre koruma politikalarının ekonomik sistemin rekabetçi anlayışı saklı tutularak geliştirilmesi esastır. Avrupa’nın gelişmesinin sürdürülebilirliği için rekabet gücü yüksek bir piyasa ekonomisini gerektirecek unsurlar çevre politikalarını dikkate alarak belirlenmiş olup, bu doğrultuda bir dizi ilke kararları mevcuttur.

Sürdürülebilir kalkınma politikası AB’de ilk kez 1993 Maastricht Antlaşması ile netlik kazanmış ve bu tarihten sonra AB’nin tüm birincil hukuk belgelerine dahil edilmiştir. Bu yaklaşım daha sonra 1997’de AB politikalarının kapsamlı bir amacı olarak Amsterdam Antlaşması’na da dahil edilmiştir.

1999’da yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile AB’de sürdürülebilir kalkınma koşullarının sağlanması kabul edilmiş ve AB’nin kuruluş amaçlarına (Madde B) ve ana hedefleri (Madde 2) sürdürülebilir kalkınma kavramı dahil edilmiştir. Kurucu Anlaşma ile gelen bir başka önemli değişiklik; eklenen yeni bir madde çerçevesinde (Madde 3c), çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için alınması gereken önlemlerin tüm Birlik politikalarının tanım ve uygulamalarıyla bütünleştirilmesi sorumluluğudur.

Avrupa Birliği’nin, Konsey düzeyinde sürdürülebilir kalkınma politikaları açısından önemli dönüm noktalarından biri de Cardiff süreci olmuştur. Cardiff süreci (1998-2001) 2002 yılına kadar süren ve her biri önemli kararları beraberinde getiren bir dizi toplantıdan oluşan bir zaman dilimidir.

Bu dönemde, çevre politikalarının diğer politika alanlarıyla bütünleştirme kararının perçinleştirildiği ve özellikle enerji, ulaştırma ve tarım sektörlerindeki çevresel entegrasyonun öne çıkarıldığı görülmektedir.

Cardiff süreci, Sürdürülebilir Kalkınma için Avrupa Stratejisi Öncelikli Entegrasyon Alanları’nı bu üç sektöre odaklamıştır. Bu süreçte çevre politikalarının, dinamik, bilgiye dayalı, rekabetçi ve nitelikli istihdama sahip olması amaçlanmış ve sanayicinin bu konuya daha fazla duyarlı olmasını öncelik haline getiren kararlar alınmıştır.

AB’nin sürdürülebilir kalkınma yolunda ilerlemesi için somut hedef ve önlemleri ele alan bir dizi Konsey toplantıları ve kararlarının ardından, Mayıs 2001’de kabul edilen Avrupa Birliği Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi (A European Union Strategy for Sustainable Development), çevre alanında iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin korunması, çevre ve sağlık politikaları etkileşimi ve tehlikeli kimyasallar alanlarında somut eylemler tanımlamıştır.

Bunu takiben Haziran 2001’de Göteborg’da “Daha İyi Bir Dünya için Sürdürülebilir Avrupa: Sürdürülebilir Kalkınma için Avrupa Birliği Stratejisi” başlıklı Avrupa Komisyonu önerisi Konsey tarafından onaylanmıştır. Bu tarih aynı zamanda Avrupa’da iklim değişikliğiyle savaşının AB’nin kalkınma stratejisinin bir önceliği olarak resmen kabul edildiği yıldır.

Göteborg, AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisinde sürdürülmesi mümkün olmayan çeşitli önemli eğilimlere çözüm bulunmasını amaçlayan politika önlemleri ve hedefler önerilmiştir. Bu yöndeki öncelikler; iklim değişikliği ile mücadele, sürdürülebilir ulaşımın sağlanması, kimyasal maddelerin yol açtığı kirlenme, güvenli olmayan yiyecekler ve bulaşıcı hastalıklar gibi halk sağlığına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması, doğal kaynakların daha sorumlu bir şekilde yönetilmesi ve biyolojik çeşitlilikteki azalma eğiliminin durdurulması, yoksulluk ve sosyal ayrımcılıkla mücadele edilmesi ve nüfusun yaşlanması ile ilgili sorunlara çözüm bulunması olarak belirlenmiştir.

 Göteborg Zirvesi’nin çevre politikaları açısından ayrı bir önemi vardır. AB, Göteborg’da sürdürülebilirlik tartışmasını en üst politika düzeyinde, sosyal ve ekonomik fırsatlara imkan verecek açılımlarla ele almıştır.

AB’nin Lizbon kararları ile birleştirilen Göteborg kararlarının özünde sürdürülebilir kalkınma politikalarının üye devletler düzeyinde eşgüdümü ve bu politikaların uluslararası (BM Rio ve Rio 2012, Rio + 20 sonuçları gibi) ve Birlik düzeylerindeki yükümlülüklerinin önemle dikkate alınması yatmaktadır.

Bu doğrultuda AB, sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik ve sosyal politikalarının yenilenmesini getiren bir strateji olduğunu, yeni teknolojik yenilikler ve yatırımları (çevre dostu teknolojilere yatırımlar) harekete geçirecek önemli ekonomik fırsatlar doğuracağını öngörmüştür.

Özetle, “Avrupa Birliği Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi” çerçevesinde, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi için ‘enerji ve sürdürülebilir kalkınma’, ‘su kaynaklarının korunması’, ‘toprak kullanımı ve biyolojik çeşitliliğin korunması’ alanlarına dair politikalar öne çıkmıştır.

2002 -2012 yılları arasında uygulanan AB Altıncı Çevre Eylem Programında, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı başta AB Göteborg 2001 sürdürülebilir kalkınma stratejisinin ve daha sonra yenilenen Stratejinin gerekleri doğrultusunda Birliğin temel amacı olarak benimsenmiştir.

Programda yer alan tematik araştırma konuları arasında “Sürdürülebilir Kalkınma, Küresel Değişim ve Ekosistemler” başlığı altında belirlenen hedefler, sürdürülebilir kalkınmanın kısa ve uzun dönemde uygulanmasına imkân verecek şekilde kurgulanmıştır. Zaman içerisinde, AB’nin üye sayısının artması, terörist tehditler ve şiddetten kaynaklanan istikrarsızlık, küreselleşme sorunları (iklim değişikliği, gıda güvenliği vb) ve AB ve dünya ekonomisindeki değişiklikler gibi önemli nedenlerle, Avrupa’nın sürdürülebilir bir rotaya sokulması amacıyla yapılan çalışmaların daha da yoğunlaştırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bu durum, Birlik içinde daha güçlü odaklanmayı, sorumlulukların daha açık bir şekilde paylaştırılmasını, daha geniş sahiplenmeyi ve daha yoğun desteği, uluslararası kuruluşlar ile daha fazla bütünleşmeyi ve daha etkin uygulama ve izleme mekanizmalarını öngören yeni bir sürdürülebilir kalkınma stratejisinin oluşturulma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

Bu çerçevede, Avrupa Birliği Konseyi tarafından Haziran 2006’da iddialı ve kapsamlı bir şekilde yenilenmiş bir ‘AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ kabul edilmiştir.58 2004 yılında başlayan yoğun bir gözden geçirme süreci sonunda hazırlanmış olan yeni strateji, Göteborg 2001 stratejisinin esaslarına dayanmaktadır.

Yenilenmiş stratejinin genel amacı, kaynakları etkin bir şekilde yönetebilen, kullanabilen ve ekonominin ekolojik ve sosyal yenilik potansiyelinden yararlanarak refahı, çevrenin korunmasını ve sosyal uyumu sağlamaktır.

Sürdürülebilir toplumların yaratılması yoluyla, mevcut ve gelecek kuşaklar için yaşam kalitesinin sürekli olarak iyileştirebilmesi de doğal olarak stratejinin amaçları arasındadır.

Yeni AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, sürdürülmesi mümkün olmayan mevcut tüketim ve üretim biçimlerinin aşamalı olarak değiştirilmesi ve politikaların belirlenmesi konusunda daha bütünleştirilmiş bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini kabul etmektedir.

Belge, küresel dayanışma gereksinimini yeniden teyit etmekte ve küresel sürdürülebilir kalkınma üzerinde önemli etkileri olacak ve hızla kalkınmakta olan ülkeler dahil olmak üzere, AB dışındaki ortaklarla yapılan çalışmaların yoğunlaştırılmasının önemini kabul etmektedir.

Strateji, AB’nin geleceğinde birçoğu büyük ölçüde doğrudan çevre ile ilgili olan 7 önemli öncelikli konuda genel amaçları, hedefleri ve somut çalışmaları ortaya koymaktadır. Söz konusu öncelikli alanlar aşağıda sıralanmıştır:

  1. İklim değişikliği ve temiz enerji
  2. Sürdürülebilir ulaşım
  3. Sürdürülebilir üretim ve tüketim
  4. Halk sağlığına yönelik tehditler
  5. Doğal kaynakların daha iyi yönetilmesi
  6. Sosyal katılım, nüfus ve göç
  7. Küresel yoksullukla mücadele.

İklim değişikliği ve temiz enerji başlıklı öncelik AB’nin çevresel ve sosyo-ekonomik geleceğinin önemli bir parçası olarak vurgulanmaktadır. AB, bugün iklim değişikliği politikaları ve kalkınma ekonomisi arasında giderek güçlenen bir bağ kurulması ihtiyacının önemine binaen, başta enerji politikalarında olumlu anlamda evrimleşmeyi çağrıştıran bu durumun; yakın zamanda ihtiyaç ölçüsünde üretim, verimli enerji tüketimi, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha çok kullanımı, ekosistem hizmetlerinin akılcı kullanımı gibi alanlarda tüm ilgili sektörleri cazibe alanına alacağının idrakinde olmuştur.

Paris İklim Anlaşması ile birlikte sorunlara bakış açısının değişmeye/gelişmeye başladığı böyle bir dönemde AB, top yekün ve Üye Devletleri nezdinde, bir yandan iklim değişikliği problemleri ile mücadele etmeye, öte yandan ekonomide yeni paradigma dönüşümlerini (döngüsel, yeşil, düşük karbonlu, karbon-nötr ekonomiler) dikkate alarak belirlediği sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak için politika ve eylemlerini artan bir ivme ile çoğaltmaya devam etmektedir.

Bu çerçevede AB, BM 2030 17 SKH’nin bütünü ve özellikle 13 üncü hedef olan “İklim Eylemi” ile tam uyumlu olarak düşük karbonlu, İklim-Nötr, kaynak verimli ve biyolojik çeşitliliği olan bir ekonomiye dönüşüme doğru ilerlemektedir.

Bu dönüşümde her vatandaş için eşitlik ve sosyal bütünlüğe (hiçbir vatandaşı dışlamadan) ihtiyaç duyulması gerekliliği de AB kararlarına yansıtılmıştır. AB’nin ekonomik büyümesi yenilenemeyen kaynaklara daha az bağımlı olması ile mümkün olup, yenilenebilir kaynakların ve ekosistem servislerinin sürdürülebilir yönetimi Birlik politikalarının esasını teşkil etmektedir.

Paris İklim Anlaşması da Önsöz’ünde 13 SKH’e (İklim Eylemi) atıfta bulunulmuş ve iklim değişikliği ile mücadelenin başarısı için Tarafların sürdürülebilir kalkınma öncelikleri doğrultusunda tanımlanan politikalarının ve uygulamalarının hayata geçirilmesinin önemini vurgulanmıştır.

AB, Avrupa’nın ve dünyanın geleceğini etkileyen etkenleri dikkate alarak belirli zaman aralıklarında sürdürülebilir kalkınma stratejisini geliştirmeye devam etmiştir. Örneğin Mart 2017’de yayınlanan “Avrupa’nın Geleceği için Beyaz Kitap/White Paper on the Future of Europe”’ta AB’nin sürdürülebilir kalkınma alanında küresel gündemi olumlu yönde şekillendirmekte olduğu, bu meyanda BM SKH’lerin gerçekleşmesinde öncü rol oynadığı vurgulanmaktadır.

AB küresel zeminde daha birleşik, daha demokratik ve daha güçlü bir Avrupa için politika alanlarının temel yapı taşlarına (İş İmkanı, Büyüme, Adalet ve Demokratik Değişim) sürdürülebilir kalkınma stratejisini entegre etmeye devam etmektedir.

Avrupa Komisyonu tarafından Kasım 2018’de kabul edilen “2050 itibariyle İklim-Nötr bir Avrupa için Uzun Vadeli Vizyon” da yer alan hemen tüm politika unsurlarında AB’nin iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin birbirine entegrasyonunun önemi vurgulanmaktadır.

Daha güncel olarak AB Komisyonu, Şubat 2019’da “Avrupa’nın Geleceği için Beyaz Kitap”ın çizdiği yol haritası doğrultusunda “2030’da Sürdürülebilir Bir Avrupa’ya Doğru/ Reflection Paper Towards a Sustainable Europe by 2030” başlıklı bir rapor yayımlamıştır.

Sürdürülebilirlik ile ilgili olarak Avrupa için zorlukların kapsamını değerlendiren ve gelecek için açıklayıcı senaryolar sunan bu belge ile Avrupa’nın koymuş olduğu hedeflere en iyi şekilde nasıl ulaşabileceği konusundaki tartışmalara yön verilmesi hedeflenmektedir. Raporda, Avrupa’da sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada 3 senaryo ana hat olarak belirlenmiş olup, bunlar:

AB ve Üye Devletlerin tüm eylemlerine rehberlik edecek kapsayıcı bir AB-SKH Stratejisi uygulanması, Üye devletlerin hedef ve eylemlerini zorlamadan Komisyon tarafından SKH’lerin tüm ilgili AB politikalarına entegrasyonuna devam edilmesi ve Bir yandan AB düzeyinde mevcut sürdürülebilirlik çabalarını / iddialarını pekiştirirken, öte yandan AB dışı eyleme daha fazla odaklanılmasıdır.

“Sürdürülebilir Avrupa, 2030” raporunda AB’de iklim değişikliği ile mücadelede ekonomi politikalarında dönüşümün gerekliliğini yansıtan “döngüsel ekonomi” kuramını güçlendirici değerlendirmelere yer verilmiş ve döngüsel ekonominin sera gazı emisyonlarını azaltmada odak olma potansiyeline sahip olduğu vurgulanmıştır.

Söz konusu raporda sürdürülebilir ekonomik büyümenin bir anlamda yeniden keşfine fırsat yaratmak üzere AB’de doğrusal ekonomiden62 döngüsel ekonomiye yönelmede AB Komisyonu tarafından “AB Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nın” ve “Biyo-ekonomi Stratejisinin” desteği ile AB ekonomisini daha döngüsel bir patikaya yönlendirmenin önemine değinilmiştir.