Paris Antlaşması - SG Sera Gazı ve İklim Yönetim Danışmanlığı

Paris Antlaşması

Paris Antlaşması İklim değişikliğine karşı uluslararası mücadeleyi yeni bir yöntemle sürdürme arayışının yansıması olarak ortaya çıkan Paris Anlaşması, işbirliğinin amacından ilke ve kurallarına, tarafların ortak çabaya katılma biçiminden uygulamanın izlenmesine kadar küresel iklim rejiminin neredeyse tüm bileşenlerinde değişiklikler yapmıştır.

Anlaşma’nın en önemli özelliği Kyoto Protokolü’nden farklı olarak gelişmiş ve gelişmekte ülkelerin Ulusal Katkı Niyet Beyanları (Intended Nationally Determined Contribution/INDC) ile azaltım eylemine katılmasıdır. Tüm ülkelerin emisyon azaltım ya da sınırlama hedefleriyle katılımını sağlayabilmek adına Protokol’den farklı yeni bir mimari oluşturulmuştur.

Taraf ülkelerin üstleneceği sorumlulukların belirlenmesinde aşağıdan yukarı (bottom-up) ve yukarıdan aşağı (top-down) olarak tanımlanan yöntemleri birlikte kullanan Anlaşma hibrid bir yapı sergilemektedir. Taraf ülkelerin ulusal koşulları çerçevesinde kendi belirledikleri bağlayıcı olmayan gönüllü hedeflerden oluşan ulusal katkıları Anlaşma’ya aşağıdan yukarı niteliğini kazandırmıştır.

Anlaşma uygulamasının tüm taraflar için geçerli bir raporlama ve gözden geçirme sistemi ile izlenmesi yeni rejimin yukarıdan aşağı niteliğini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Anlaşma bu özellikleriyle “vaat ve izleme” (pledge-and-review) olarak adlandırılan yaklaşım üzerine kurulmuştur.

Paris Anlaşması uluslararası hukuk altında bağlayıcı bir uluslararası anlaşma olmakla birlikte, içerdiği hükümlerin bağlayıcılığı farklılık göstermektedir. Bağlayıcı hükümlerden bir bölümü sonuçsal ödevler getirirken bir bölümü de prosedürel ödevler tanımlamıştır. Dolayısıyla oldukça esnek bir anlaşmadır.

Rejimin temel amacı olan iklim değişikliği ile mücadeleye katılan ülke sayısını arttırmak adına katı ve bağlayıcı kural ve yükümlülükler getiren bir anlaşma yerine işbirliğini özendiren esnek düzenlemeler tercih edilmiştir. Bu seçim, anlaşma müzakerelerini başlatan kararda tarif edilen “evrensel anlaşma” arayışının da sonucudur. 

Paris Anlaşması’yla kurulan yeni rejim mimarisinin Sözleşme ve Protokol’den farklılaştığı alanların başında, Sözleşme Ekleri’yle yapılan sınıflandırmadan uzaklaşması gelmektedir. Anlaşma tarafların ulusal ve kolektif sorumluluklarıyla ilgili hükümlerinde eklere doğrudan atıfta bulunmamakta, yalnızca gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ayrımını kullanmaktadır.

Gelişmekte olan ülkeler grubunun kendi içinde sergilediği çeşitliliği de teslim eden Anlaşma şeffaflık, uygulama ve uygunluk mekanizması gibi işleyişle ilgili düzenlemelerde kırılganlıklarına, özel durumlarına ve kapasitelerine göre gelişmekte olan ülkeler arasında da farklılaştırmaya giderek en az gelişmiş ülkelere gereklerin yerine getirilmesinde esneklik sağlayan gömülü bir farklılaştırma yaratmıştır.

Bununla birlikte, Anlaşma’nın Sözleşme eklerinin işlevini tümüyle ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir. Eklere doğrudan atıf yapılmamış olsa da özellikle azaltım ve finansman gibi öze ilişkin ödevlerin düzenlenmesinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yapılan ayrım, ekler sistemini izlemektedir.

Anlaşma, Sözleşme Ekleri’ni temel almamakla birlikte, Ekler’e dayanak oluşturan farklılaştırma sistemini koruyarak yeni bir yorum ile operasyonel hale getirmiştir. İklim değişikliğine karşı uluslararası işbirliği rejiminin esasını oluşturan “Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar ve Göreli Yeterlikler İlkesi” (CBDR-RC), Paris Anlaşması mimarisinin de belirleyeni olmayı sürdürmektedir.

Paris Anlaşması iki grup (gelişmiş ve gelişmişte olan ülkeler) arasındaki bu görüş ayrılığını uzlaştırma çabasının ürünü olarak ilkeye “ulusal koşullar ışığında” kaydını eklemiştir. Dolayısıyla Anlaşma daha dinamik bir farklılaştırmaya olanak sağlayan “ulusal koşullar ışığında, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreli yeterlikler ilkesi”ni esas almaktadır. Böylece “ülkelerin koşulları evrildikçe, ortak fakat farklılaştırılmış sorumlulukların da evrileceği” öngörülmektedir.

Paris Anlaşması, Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar İlkesi’ni uygulamaya geçirmede farklı bir yöntem izlemiştir. Daha geniş bir parametre setini dikkate alarak Sözleşme’nin normatif mirası üzerine inşa edilmiş daha fazla çeşitliliğe ve dinamizme olanak sağlayan bir farklılaştırma sistemi geliştirmiştir.

Sözleşme ve Protokol gibi taraf ülke gruplarına göre farklılaştırılmış yükümlülük kategorileri yaratmak yerine; azaltım, uyum, finansman, teknoloji, kapasite oluşturma, şeffaflık ve uygunluk alanlarında konuya özgü farklılaştırma biçimleri oluşturma yoluna gitmiştir. Başka bir deyişle Paris Anlaşması, “farklı alanlarda farklı farklılaştırma biçimleri” yaratmıştır.

Rejimin farklılaştırma anlayışındaki değişimin en somut yansıması Protokol’den farklı olarak hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin kendi tanımladıkları hedeflerle Anlaşma’ya katılmalarına olanak sağlayan “ulusal katkı”lardır. 2013 Varşova Konferansı’nda alınan kararla, taraflar 2015 Anlaşması’na dönük “ulusal olarak belirlenmiş katkı niyetleri”ni hazırlamaya davet edilmiştir.

Taraf devletlerin ulusal koşulları ve kapasiteleri çerçevesinde kapsam ve hedeflerini kendi belirledikleri ulusal katkılarla işbirliğine katılmalarına olanak sağlayan bu yeni sistem ile kategorik farklılaştırma yönteminden “kendi kendine farklılaştırma” (self-differentiation) yöntemine geçilmiştir. Tarafların ulusal koşulları çerçevesinde gönüllü katkılarla kendi kendilerini farklılaştırdıkları bu yöntem Anlaşma’nın aşağıdan yukarı yapısının en belirgin özelliğidir. Ulusal olarak belirlenmiş katkı niyetleri adlandırmasıyla ayrıca Protokol’ün yükümlülük kavramı da terk edilerek gönüllü eylemlere geçilmiştir.

Paris Anlaşması ile Uyumlu Emisyon Yolları ve Sistem Geçişleri 

Küresel ısınma düzeyini 1.5 °C’de sınırlandırmak hala olasıdır, ancak bu kolay olmayacaktır. Buna göre, 2030 yılına kadar 2010 yılına göre insan kaynaklı (antropojen) karbondioksit (CO2) emisyonlarının mutlaka %45 oranında azaltılması ve 2050 yılına değin net sıfır emisyona düşmesi gerekmektedir.

Bu ise, ancak enerji, sanayi, tarım, konut, ulaştırmadan kaynaklanan CO2 emisyonlarının 2050 yılına gelindiğinde 2010 yılına göre %75-90 oranında azaltılmış olması anlamına gelmektedir.

Hedefi ileri atmayan çoğu 1.5 °C yolu, başka ek sorunlara neden olabilecek olan karbondioksit uzaklaştırma (CRD) teknolojilerini kapsamakta ve ulaşılabilirlikleri kolay değildir. Bu teknolojiler, doğrudan havadaki karbonun tutulması ve depolanması, artan ayrışma ve okyanus alkalileşmesi gibi belirsizlik içeren ve henüz olgunlaşmamış teknolojileri içermektedir.

Ayrıca, ormanlaştırma ve biyoteknoloji uygulamaları da geri dönülmeyecek biçimde arazi kullanımı değişikliklerini içermek zorundadır. Bu ise tarım ve gıda sistemleri, biyolojik çeşitlilik ve diğer ekosistem hizmetleri üzerinde önemli etkilere yol açabilir.

CDR’siz yollar ulaştırma ve enerji kullanımı gibi aşanlarda yaygın davranışsal değişiklikler yoluyla önemli emisyon azaltımlarını kapsayan senaryolara dayanır.